Belirli bir dönemde doğan bireylerin dünya görüşleri, içinde yaşadıkları dönem ve sosyo-ekonomik düzeni etkisi altına alan ideolojiler ve olaylar tarafından şekillenir. Dünyada sürekli dengeler değişir, değerler değişir, ideolojiler büyür, ideolojiler ölür…bu sürekli değişim etkisi altına aldığı nesiller arasında farklar doğurur. Son senelerde ise kuşaklar arası farklılaşmadan daha fazlasını hissetmeye başladığımızı düşünüyorum. İş verenler yüksek turn-over oranlarından, öğretmenler bu yeni nesil öğrencilerinin dikkatini derse çekememekten, ebeveynler çocuklarıyla etkili iletişim kuramamaktan şikayetçi. Hâl böyle olunca kuşakları anlamak üzerine yapılan araştırmalar, yazılan makaleler gün geçtikçe artıyor.
Aslında kuşak farkı dünyanın girdiği bu yeni Bilgi Çağı’na has bir kavram değil. M.Ö. 2000’li yıllara gidersek, Aristoteles’in bile kendinden sonraki kuşakların saygısızlığından, söz dinlemezliğinden şikayet eden beyanatlarda bulunduğunu görebiliriz. Öyleyse insanoğlu, tarihinin en başından beri var olan bu kavramla yeni tanışmadı. Peki son zamanlarda neden üzerine bu kadar fazla konuşur/tartışır olduk?
Bence şuanda yaşadığımız, sadece kuşak farkı olarak açıklanamaz boyutlarda bir İLETİŞİM BOŞLUĞU. Teknolojik gelişmeler, internet, bilgisayar gibi icatların günümüz insanının hayatında yol açtığı kültürel, ekonomik, bilimsel değişimler dünyaya çağ atlattı. 1990’ların başından günümüze uzanan zaman dilimine Bilgi Çağı/Bilişim Çağı adını verdik. İnsanlığın çağ atlaması, devrimsel nitelik taşıyan olayların ardından toplumda ve kültürlerde meydana gelen değişimler ile gerçekleşir. Günümüzdeki değişimin küresel boyutlarda bir devrim olduğunu düşünecek olursak, bir de üzerine, şuanda hâlâ bu büyük değişimin ilk dakikalarını yaşadığımızı da hesaba katarsak; ayak uydurmakta zorlanmamız gayet normal değil mi?
Amerikalı yazar Marc Prensky, 2001 yılında yayınladığı makalesinde 1980 sonrası doğanlara “Dijital Yerli” önceki kuşaklara ise “Dijital Göçmen” adının taktığından beri, dünyada kuşak ayrımının yanı sıra, bir dijital yerli/göçmen ayrımından da söz eder olduk. Prensky tezini, anadilimizden sonra öğrendiğimiz dillerin beynin farklı bir yerinde konumlandırılmasıyla açıklıyor. Prensky’ye göre, henüz ilkokul çağında veya daha öncesinde dijital dünya ile tanışan bir çocuğun, bu yeni dünyayı beyninde konumlandırması, dijital kavramı ile gençlik yıllarının sonlarına doğru tanışmış bir bireyden farklıdır. Çocuğun beyni gelişim aşamasında olduğu için, bilinç algıları tanımlarken dijital dünyanın işleyişi de bu algıların dahilindedir. Buna bağlı olarak da, bu iki bireyin dünya algılarında farklılıklar gözlemlenmesi gayet normaldir. Günümüzde, dünya algısı tamamen farklı olan bu iki neslin davranışları teknoloji, sosyoloji, iletişim, pazarlama, siyaset gibi farklı birçok bilim dalının ilgisini çekiyor ve daha uzun süre de çekecek gibi.