Yeni bir alışkanlığı oturtabilmek için onu 21 gün tekrar etmek gerek derler. Son 3 haftama bakarak söyleyebilirim ki Clubhouse yakın bir tarihte hayatımdan çıkarmış gibi gelmiyor. Hatta eli daha da yükseltiyorum: bence Clubhouse Snapchat’in story’yi keşfinden bu yana dijital iletişimimizdeki en büyük devrim. Neden mi? Birkaç ana başlıkta açıklamak isterim.
En özet haliyle Clubhouse: ses temelli bir sosyal ağ. Şu anda sadece iOS kullanıcıları davetiye ile dahil olabiliyor. Daha 2 hafta öncesine kadar 2 milyon aktif kullanıcısı olduğu konuşuluyordu, bu yazıyı yazarken bir daha araştırdım son açıklanan rakam 6 milyon. Odalardaki parti emojililere bakarak artışın eksponansiyel olduğunu hissetmek çok da zor değildi. Bu hızla giderse Mart başı 10 milyonu görürüz.
Şimdiden 1 milyar $ değerlemeye ulaşarak ‘unicorn’ mertebesine yükseldiğini de düşünürsek belli ki ses temelli iletişim kulvarında rekabet daha da kızışacak. Twitter’a ‘Audio Spaces’ adında benzer bir özellik geldi bile, Instagram’ın da ses odaları üzerine çalıştığını biliyoruz.
Kimimiz çoktan günlerini, saatlerini burada harcadı, uykusuz geceler, biriken işler… Bende de durum farklı değil, meğer orada olduğunu bile fark etmediğim bir sosyal açlık içindeymişim. Pandeminin başından beri yalnız olduğumu ve 2021’de bir kez canlı insan gördüğümü de hesaba katarsak uygulamada geçen vaktimi çok da yadırgamıyorum. En son Snapchat, story’yi keşfettiğinde bu kadar heyecanlanmıştım. 2014’te olayı şöyle açıklamışım:
“Snapchat veriyi tam olarak karşı tarafa aktarmıyor sadece onu birkaç saniyeliğine görünür kılıyor. Daha önce hiçbir platform bizlere bu imkanı sunmamıştı. Bu yüzden Snapchat’i yeni bir dijital iletişim şekli olarak ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Snapchat’in başarısının bir diğer sırrı da uçan veriyi keşfetmiş olması olamaz mı? Bazı anları orada olamayanlarla paylaşmak isteriz, ama bu o anları sonsuza dek kayıt altına almak istediğimiz anlamına gelmeyebilir.”
Yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
“İyi de, zaten Zoom vardı”, bu tam olarak belli kişilerle belli saatte buluşmak gibi değil. Ben Zoom’u bir iletişim aracı olarak değerlendiriyorum, burada bahsettiğimiz ise sosyal bir platform. “E Discord vardı” dediğinizi de duyar gibiyim, evet Discord bence de Clubhouse’a en yakın platform, hatta çok daha gelişmişi. Ancak işim gereği farklı jenerasyonlara Discord kullandırmayı denemiş biri olarak söyleyebilirim ki; birçok harika özelliği Discord’u GenZ için vazgeçilmez kılarken toplumun geneli için fazla karmaşık bir uygulama. Bu durum dikey yaygınlaşmasının önünde ciddi engel. Diğer yandan Clubhouse’u Discord’dan ayıran çok önemli başka bir fark var, o da spontane olması! Clubhouse’ta bir komüniteye dahil olmanız gerekmiyor, ne aradığınız hakkında en ufak fikriniz olmadan uygulamaya girip bir sürü faydayla ayrılabilirsiniz. İki hafta önce katıldığım ve saatlerce devam eden keyifli bir sohbet sırasında yanımda oturan kişi geçen sene iki kere üst üste okuduğum kitabın yazarı çıktı mesela, ne harika tesadüf! Yanımda oturan kişi dedim çünkü bende yarattığı his bu.
Bundan 3 sene önce Londra’da ilk zamanlarım, bir proje işi geldi. Müşteri hepinizin bildiği bir FMCG devi ve dünyanın farklı lokasyonlarında eşzamanlı yürütülecek bir market araştırması yapmak istiyorlar. Seçilmiş marketlerden biri de Türkiye. Projenin adı: “Meaningful Connections”. Briefi çok net hatırlıyorum, marka dedi ki, “Bu araştırmanın sonucunda bize öyle bir fikir/proje ile gelin ki markamız birbirine yabancı insanları hem lokal hem de global düzeyde bir araya getirsin ve bu birliktelikten anlamlı ve uzun vadeli ilişkiler kurulsun.” Wow(!) demiştim içimden, bu bulacağımız fikri sonunda bir hızlı tüketim ürünü sattırmak için kullanacak olmamız ne acı… Neyse, benden 18-34 yaş aralığında farklı sosyal çevrelerden, farklı statülere sahip, İstanbul’da ikamet eden 40 kişilik bir komünite kurmamı istediler. İstanbul’da gerçekleşecek iki atölye çalışmasının ardından proje bir uygulama üzerinden online devam edecekti. 2 hafta içinde gerekli sayıyı toparlayıp başlangıç atölyeleri için İstanbul’a uçtum. Gerçekten harika geçen iki atölye çalışmasının ardından, araştırmanın Türkiye ayağını diğer marketlerden keskin çizgilerle ayıran içgörüler elde ettik. Ortaya çıktı ki, aslında biz komüniteye ihtiyaçları olan şeyi zaten atölye çalışmalarında sağlamıştık. Çok basit, günlük hayatta derin sohbetler etme ihtimalleri az yabancıları önyargısız, adil bir ortamda bir araya getirdik. Ortaya bir konu attık ve herkese sırayla söz verdik. Herkes birbirini dinledi, fikrini söyledi, anladı, ikna etti. Süreç sonunda ortaya çıkacak proje/fikir bir yana, meğer ihtiyaç zaten buymuş – özellikle Türkiye özelinde. Toplumdaki keskin ayrışma bizi sağlıklı iletişim kuramaz hale getirmiş, biz birbirimizi dinleyip korkmadan fikrimizi söylemiyoruz ki üzerine anlamlı ilişkiler inşaa edebilelim. Olay sadece paylaşacak platformun olmayışı da değil, diğer bir önemli nokta da üzerine konuşma ihtiyacımız olan çok konumuz olması. Clubhouse’un bizim coğrafyadan bu kadar ilgi görmesine şaşırmıyorum. Boğaziçi Direnişi sırasında mecranın ihtiyaca uygun kullanımı buna çok güzel bir örnek oluşturuyor.
Benzer bir durum Çin için de geçerli, 24 saat içinde yasaklanmasını baskıcı rejimleri rahatsız edecek düzeyde demokratik ve her şeyin konuşulabildiği bir ortam sağlamasına bağlıyorum. Sonuçta hepimizin konuşmaya ihtiyacı var. Korkmadan, bu kayıt sonsuza dek burada duracak diye kendimizi sansürlemeden, tanıdığımız/tanımadığımız kişilerle aynı ortamda, farklı görüşler dinlemeye, birbirimizi anlamaya çok ihtiyacımız var. Clubhouse’ta henüz kayıt özelliği yok, bu korsan kayıtların yapılmadığı anlamına gelmiyor tabii ancak bu az-çok ‘kayıtdışılık’ halinin daha özgür tartışmalara ortam sağladığını düşünüyorum.
En güzeli de bütün bunların canlı gerçekleşiyor oluşu. Platformun doğası gereği konuşmadan önce dinlememiz, söz almak için el kaldırmamız ve sıramızı beklememiz gerekiyor. Burada benim savunduğum ‘demokratiklik’ ortamıyla bir moderatörden söz isteme durumunun çeliştiğini düşünebilirsiniz. Odalar özelinde bir hiyerarşiden bahsetsek de, herkesin kendi odasını açabilme özgürlüğü olduğunu hatırlatmak isterim. Ayrıca platformda herkesin kendi gerçek kimlikleri ile varoluşu, sizi uygulamaya davet eden kişinin profilinizde referans olarak yer alması… Bütün bu detayların Clubhouse’u gerçek iletişim deneyimine daha da yaklaştıran özellikler olduğunu düşünüyorum.
Pandeminin değiştirdiği hayatlarımızın birinci yıldönümüne yaklaştığımız şu günlerde, yeni insanlarla tanışmaya, sosyal ortamlara ne kadar da açız. Her gün birbirinin aynı devam ederken bir anda dev bir sanal konferans salonunda hangi odaya gireceğimi seçerken buldum kendimi. Bir sürü kafa dengi insanla tanıştım, çok keyifli sohbetlerde bulundum, bazen de sadece dinledim ufkumu genişlettim. Kendi odalarımı açtım, sohbetler, oyunlar…
Yeni insanlar tanımanın, uzaktan tanıdıklarımızın muhabbetlerine dahil olmanın yanı sıra kendi arkadaşlarımızla da yeni bir iletişim mecramız oldu. Sesini duymayı çok özlediğim ama arasam müsait midir acaba diyip ertelediğim ya da yıllardır görmediğim bir sürü insanla Clubhouse sayesinde muhabbeti tazeleme fırsatım oldu. Özlediğim bir arkadaşımla aynı mekanda karşılaşmış ve masasına oturmuşum, bir saat içinde masadaki herkesle kaynaşmışım da üçüncü tur shotlara geçmişiz gibi bir his. Pandemi döneminde bulunmaz nimet.
Sosyallik arayışımız, zamanlamanın doğruluğunun sadece bir bileşeni. İkincisi ise değişen alışkanlıklarımız. Ah o canlı yayınlar! The Verge’ün 2020 yılını “The Year of the Streamer” olarak anmasına ne kadar katılsam az. Sosyal hayatımızın ekranlar arkasında sürdüğü aylarda orada olduğunu bilip de istediğimiz zaman izleyebildiğimiz içerikten ziyade canlı içeriklere yöneldik. Psikolog değilim ama o yalnızlığın içinden bizzat bildiririm ki, canlı içeriklerdeki ‘beraberlik’ hissi başka bir ihtiyacı doyuruyor. Filtresiz iletişim: anlık ve gerçek.
İlk günden beri takibinde olduğum, gerek konu gerek konuk seçimleriyle harika iş çıkaran Hakan Akben (@hakanakben), moderasyon nedir nasıl yapılırın güzel örneği Erhan Ali Yılmaz (@erhanali), ilgi çekiçi konularda samimi sohbet arayanlara Olcayto Cengiz (@olcayto), gelecek programlarını heyecanla beklediğim Sertaç Doğanay (@sertacdoganay) ve her mecrada takibinde olduğum üstat Serdar Kuzuloğlu (@mserdark-amir) takip etmenizi önereceğim isimler.
Beni ararsanız @tuana 🙂
Akmis yazi… Eline saglik Tuanacim.
Beni davet ederseniz makbule geçer MRs. Tuana CHouse @ardabirlik