Bu sene 8 Mart’ta ilk defa geldiğim bir şehirdeyim: Varşova. Aslında planlı değildi bu seyahat. Geçen hafta Skyscanner’a bir hafta sonranın tarihini girip lokasyon belirtmeden bilet sorgularken £9’a uçak bileti buldum. Paisley’nin tek güzel yanı Ryanair uçuşları. Kaldığım evden 20 dakika içinde havaalanına ulaşabiliyorum ve gidebileceğim her yer İskoçya’dan ucuz ülkeler. Interrail günlerimi hatırlatan bir hostelde kalıyorum, etrafta bir sürü sarhoş genç bağırırken ben yazı yazıyorum.
Burası aynı zamanda Marie Curie’nin doğduğu topraklar: Nobel Ödülü’ne layık görülmüş ilk kadın. Bir taneyle de kalmamış bolca radyasyona maruz kaldığı hayatını iki Nobel’le taçlandırmış bir biliminsanı. Bence hepsinden değerlisi kendi gibi bir de Nobel ödüllü kız evlat yetiştirmiş olması. Üstelik bunları 19.yüzyılın sonlarında, henüz Avrupa’da bile kadınların üniversiteye gitmediği senelerde başarmış. Polonyumu bulmasından çok yüz yıl sonrasına taşıdığı ilham için minnettarım kendisine. ?? Halen hüküm süren ataerkil düzene inat dişil enerjiye inancım tam. Cinsiyet; dil, din, ırk gibi ayrımcılığına karşı savaş verilecek bir olgu değil bence. Daha varoluşun en başından doğa bizi eşit var etmemiş. Eşitliğe inanmadığım gibi birinin diğerinden üstün olmasına da bir o kadar inanmıyorum. İkisi beraber bir bütün, eşitlemeye değil toplumda birbirimizi tamamladığımız dengeyi bulmaya uğraşmalıyız. Marie Curie’nin bütün bunları kocasıyla başarmış olması gibi, aşk gibi ?
Bu yüzden kadınların toplumdaki rolünün giderek arttığı bir gelecek hayalim. İyi ki varsınız güzeller güzellikler!
Fotoğraf yine Varşova’dan bu sabah çektim, şehrin en güzel noktası değil belki ama anlamı hoşuma gitti. Üç olguyu temsilen üç kadın; aşk, umut ve kader.